Cape Town : Güney Afrika’nın Renkli Başkenti
Güney Afrika’nın güneybatısında yer alan Cape Town, ülkenin alan olarak en büyük, nüfus olarak ise ikinci büyük şehridir. On binlerce yıllık geçmişi ile, bizlere çalkantılı siyasi tarihini fısıldayan gizemli şehir, Güney Afrika’nın başkenti, “Cape Town“a birlikte göz atalım. 15. yüzyılda Avrupa devletlerinin Hindistan’a ulaşmak için şehri “keşfetmeleriyle” birlikte kırsal bir yaşam tarzından, yepyeni bir sosyo-politik statüye geçiş yapan ve beraberinde Güney Afrika’nın da kaderini belirleyen bir “Ana Şehir”dir Cape Town.
Cape Town bir diğer adıyla Mother City
Tarih öncesi dönemlerde Cape Town civarında; bölgedeki kaya resimleri ile de varlıklarını ispatlayan, göçebe avcı toplayıcı Sanlar yaşamaktaydı. M.S. birinci yüzyıla denk gelen dönemlerde sığır toplayıcı Koikoilerin buralara gelmeleriyle Sanlar daha iç bölgelere göç etmek durumunda kaldı. 15. yüzyılda Avrupalıların tek hedefi Hindistan’a ulaşacak yeni yollar bulmaktı.
Güney Afrika’ya ayak basan ilk Avrupalı, keşif sırasında mürettebatın yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını gidermek için burada bir körfeze demirleyen Bartolomeu Dias’tır. Fakat Baharat Yolu’nu Dias’tan on yıl sonra Vasco da Gama keşfedecektir. Zamanla Cape Town bölgesinin, Baharat Yolu ticaretinin bir dinlenme noktası hâline gelmesiyle şehrin güzelliği Avrupalılar arasında dilden dile dolaşmaya başlar.
Sığır ticareti yapmakta olan Koikoiler ile ilişkilerde bulunan Avrupalıların Cape Town ile ilişkisi 2 yüzyıl boyunca bu şekilde devam etse de 17. yüzyılda Baharat Yolu’nda ticaret yapmakta olan şirketlerin birleşmeleriyle kurulan Dutch East India Company, bu bölgeye göz koyar. Koikoiler direnç gösterseler de Avrupalıların bölgeye yerleşmesine engel olamazlar, daha iç bölgelere göç eden Sanlar da Avrupalıları durduramamışlardır. 18. yüzyılda Alman ve Fransız göçmenlerin buraya yerleşmesi; 1795 yılında İngiltere’nin Baharat Yolu kontrolünü ele geçirmesi ile Avrupalıların bölgedeki hâkimiyeti mutlak bir hâl almıştır.
19. yüzyıl itibari ile bölgede beyazlar ve siyahları ayıran bir ırkçılık anlayışı hüküm sürer ve bu, 1980’lere kadar devam eder. 80’li yıllarda süregelen ulusal ve uluslararası ırk ayrımcılığı karşıtlığı, Güney Afrika’nın siyasi gündeminde değişikliklere gidilmesini zorunlu kılar. 1990 yılında Başkan F. W. de Klerk’in 27 yıl boyunca Robben Island’da hapis yatmış olan Nelson Mandela’yı serbest bırakmasıyla Güney Afrika’da yeni bir süreç başlar. 1994 yılında Nelson Mandela’nın Güney Afrika Başkanı olmasıyla ırk ayrımcılığına son verilen adımlar atılmıştır.
Her kentte görülemeyecek derin ve hüzünlü tarihi ile Cape Town bugün, birbirinden güzel plaj ve koyları, eğlence olanakları, vahşi hayatı barındıran dağ yamaçları ve parkları, zengin bitki örtüsü, çeşitli deniz hayvanlarını barındıran okyanusları, ziyaretçilerine sunduğu adrenalin dolu sporları ve tarihe tanıklık eden mimari eser, müze ve parkları ile; her yıl yerli ve yabancı pek çok turistin akın ettiği bir turizm bölgesidir.
Cape Town Şehrinde Görülmesi Gereken Yerler
Cape Town Şehir Merkezi
Cape Town’da keşfedilecek ilk yer, tarihi şehir merkezi; buradaki ilk durağınız ise, Castle of Good Hope (Ümit Burnu Kalesi) olmalıdır. Kalenin bulunduğu yerde daha önce Jan van Riebeeck tarafından yapılan bir kale bulunmaktaydı. Tahtadan yapılmış bu kale, Hollanda ve İngiltere arasındaki çatışmalara karşı yetersiz bir durumdaydı. Bu tehditler nedeniyle buraya daha kalıcı bir yapı inşa edilmesine karar verildi. Güney Afrika’daki Avrupa tarzı izler barındıran en eski bina olan kale, savunmanın güçlü olması açısından beş köşeli olarak inşa edildi.
Kişisel gezilere izin verilmeyen Castle of Good Hope (Ümit Burnu Kalesi)’da her saat başı rehberli turlar düzenlenir. Bunlardan birine katılarak kalenin ilginç mimarisini ve tarihini keşfedebilirsiniz.
Binadaki Anton Anreith’ın eseri olan bir heykelin bulunduğu Kat balkonu görülmeye değerdir.
Bir tarafında Buitengracht Street diğer tarafında ise Darling Street’in uzandığı Grand Parade, Kale ile Belediye Binası (City Hall)’un arasında bulunur. Nelson Mandela serbest bırakıldıktan sonra ilk konuşmasını, City Hall balkonundan yapmış ve kalabalıklar onu dinlemek için Grand Parade’de toplanmıştır. 1905 yılında inşa edilen City Hall, İtalyan Rönesans stilindedir ve kumtaşı ile yapılmıştır. Vitray pencere ve pencereye uzanan mozaik zemin ve mermer merdivenler, İngiltere Kralı VII. Edward ve Kraliçe Alexandra’ya adanmıştır. Norman Beard salonunda bulunan ve sahneye tam anlamıyla hâkim olan 3165 borulu org ise dünyanın en büyük orglarındandır.
Belediye binasını keşfettikten sonra Darling Street’i biraz geçerek, İngiltere’nin bölgede bir koloni oluşturmasına karşı çıkarak halkın sempatisini kazanan Charles Adderley’e atfen ismini almış Adderley Street’e ulaşın. Daha önceleri önemli ailelerin ikâmet ettiği bir bölge olan Adderley Street, şimdilerde bankaların, sigorta ve finans şirketlerinin çoğunlukta olduğu ticari bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Adderley’in üst kesimleri, geçmişten izler taşımaktadır. Church Square (Kilise Meydanı)’de bulunan Groete Kerk, Güney Afrika’nın en eski kiliselerindendir. Kilise, aslan destekli tik ağacından yapılmış oyma minberiyle dikkatleri çekmektedir.
Adderley Street’in en yukarısında, Dutch East India Company Gardens’ın giriş bölümünde, zamanında burada çalışan kölelerin barınağı olan South African Cultural History Museum bulunmaktadır. 1810 yılında İngilizlerin köleleri satmasıyla bina, hükümet binası olarak ve son olarak da yargıtay olarak kullanılmıştır. Şimdi müze olarak kullanılmakta olan binada; Güney Afrika’da tarihten bu yana yerliler ve bölgeye daha sonra gelenler tarafından kullanılmış çeşitli objeler, mobilyalar, posta araçları, oyuncaklar ve enstrümanlar bulunmaktadır. Dutch East India Company için taze meyve ve sebze yetiştirmek amacıyla Güney Afrika’nın ilk bostanını kuran Jan van Riebeeck’in mezartaşı da buradaki avluda bulunmaktadır.
Önceleri kendi ürünlerini yetiştiren Company Gardens, 17. yüzyılın sonunda bağımsız çiftçilerle çalışmaya başlamıştır. Şu anda botanik bahçesi olarak kullanılmakta ve egzotik bitkilere, gül bahçelerine, gölgeli yollara ev sahipliği yapmaktadır. Buradaki anayolun üzerinde 19. yüzyıl sonlarında Cape Town Sömürgesi başbakanlığını yapmış olan ve bölgede bir Güney Afrika Federasyonu kurmayı amaçlayan Cecil Rhodes’un bir heykeli bulunmaktadır.
Rhodes heykelini biraz geçtikten sonra arkasındaki Masadağı manzarasıyla heybetli bir görünüm sunan South African Museum binasına gelirsiniz. Ülkenin en eski müzesi olan ve bünyesinde dinazor iskeletleri, doldurulmuş kuş ve hayvan figürleri ve balina kuyusu bölümünde balina iskeletleri barındıran South African Museum’un salonlarında vakit geçirebilirsiniz.
Adderley Street’ten şehir merkezine, ağaçlarla sıralı bir yaya yolu olan Government Street uzanır. Cadde üzerinde tarih boyunca pek çok çalkantılı olaylara sahne olmuş Houses of Parliament’te bir parlamento oturumu izleyebilir ya da binanın kendisini keşfedebilirsiniz.
Parlemento Binası’nın yanı başında bulunan ve inşası 1700 yılında tamamlanan Tuynhuis ise Dutch East India Company’nin misafir evi olmuş, Cape’e gelen önemli misafirleri ağırlamıştır. Hükümet Binası olarak kullanılmakta olan ve Güney Afrika başkanının ofisi olan binayı sadece dışarıdan görebilirsiniz.
St George Katedrali, Güney Afrika , Cape Town’daki Anglikan katedrali ve Cape Town Başpiskoposunun oturduğu yerdir. St. George Katedrali, hem Güney Afrika Anglikan Kilisesi’nin metropolitik kilisesidir, hem de Cape Town Piskoposluğundaki bir cemaattir .
Bo-Kaap
Sinyal Tepesi yamaçlarında Cape Town Müslümanlarının yaşadığı Bo-Kaap bölgesi bulunur. Dönemin ticari dilinin Malezya dili olması sebebiyle aynı zamanda “Cape Malay” veya “Malay Quarter” olarak da adlandırılan bölgede aslında Müslümanların çok azı Malaylıdır. Burada yaşayan müslümanlar, genellikle Doğu Hint Adaları’ndan Cape’e getirilmiş kölelerin torunlarıdır. Zamanla Bo-Kaap; hristiyan ve müslümanların bir arada yaşadığı, doğu ile batıyı birleştiren kozmopolit bir yaşam alanına dönüşmüştür.
Bo-Kaap bölgesi, beyaz olmayanların yaşadığı tüm bölgelerin tahrip edilerek beyazların yaşadığı alanlara dönüştürülmesini hedefleyen 1966 Nüfus Kayıt Yasası’na direnebilmiş ve bu yüzden günümüze kadar kendine özgü havasını koruyabilmiştir.
Rengârenk duvarlı evleriyle Bo-Kaap sokaklarında yürüyüş yapmak için civarda yapılan turlardan birine katılın.
District Six Museum
1966 Yasası’na dayanamamış bir bölge olan District Six’in, burada yaşayan melezlerin evlerinden çıkarılıp gecekondu bölgelerine yerleştirilmeleriyle lüks bir yaşam alanına dönüştürülmesi planlanmaktaydı. Yıkımdan sonra 15 yıl boyunca bölgede hiçbir şey yapılamadı ve burada yapılan haksızlığa karşı ulusal ve uluslararası platformda büyük bir öfke oluştu. O günden beri gelişme göstermeyen bölge, burada yaşananların açık bir müzesi hâline gelmiştir.
Table Mountain (Masadağı)
Cape Town mahalle ve sokaklarını keşfettikten sonra gezip dolaştığınız yerlere bir de yukarıdan bakın. Birbirinden güzel plajlar, körfezde süzülen gemi ve yatlar, tarihi binalar, varlıklı kesimlerin gösterişli evleri, gökdelenler ve bu ihtişam ile bir kontrast oluşturan gecekondu bölgeleri. Hepsi Masadağı’na tırmandığınızda, ayaklarınızın altındadır.
3 km genişliğindeki ve yaklaşık 1100 m yüksekliğindeki Masadağı’nın etrafı dik kayalıklarla çevrilidir. Doğusunda Devil’s Peak (Şeytan Zirvesi), batısında Lion’s Head (Aslan Başı) ve Signal Hill (Sinyal Tepesi), dağın batı yüzünde ise Twelve Apostles (On iki Havariler) bulunur.
Masadağı’na çıkmak için çeşitli yollar bulunuyor: Trekking parkurları, dağ tırmanışı ya da teleferik. Masadağı’nın orta kesimlerinde bulunan Platteklip Gorge (Platteklip Geçidi), yürüyüş için en elverişli trekking rotalarındandır. Masadağı’na yapacağınız bir yürüyüş ile bölgenin binlerce çeşidi barındıran bitki ötüsünü keşfetme şansınız olacak. Masadağı yamaçlarında ayrıca; Habeş maymunları, oklukirpiler ve kaya tavşanları ile de karşılaşabilirsiniz.
Önemli bir not: İnsanlar ile karşılaştığında biraz agresifleşen Habeş maymunlarına dikkat etmeniz gerekir. Size doğru yaklaşan bir Habeş maymunu görürseniz; eğer aracınızdaysanız hemen camlarınızı kapatmalısınız. Yaya iseniz yüzünüzü Habeş maymununa çevirip geri geri koşmalısınız. Habeş maymunlarının eşyalarınızı alıp götürmek gibi bir huyları olduğunu unutmayın.
Çekiçle tırmanışa izin verilmeyen Masadağı’nda dağ tırmanışları, zorluk seviyesine göre çeşitlilik göstermektedir. Sabahın erken saatlerinde yamaçlar gölgede kalacağından, tırmanışlara o saatlerde başlanması tavsiye edilmektedir.
Cableway (teleferik) ise Lower Cable Station’dan kalkmaktadır. 360 derece dönebilen teleferik kabinleri sayesinde geçmiş olduğunuz her yeri, kuş bakışı izleme şansına kavuşacaksınız. Teleferik ile üst istasyona ulaştığınızda kuzeyde Masadağı Körfezi, V&A Waterfront ve Robben Island; batıda Camps Bay ve Twelve Apostles, doğuda Stellenbosch ve Cape Flats ve güneyde kent manzarasını, Atlantik’i ve açık havalarda Cape Burnu’nu görebilirsiniz. İstasyondan sonra Masadağı’nda kısa bir yürüyüş ile Güney banliyöleri ve çeşitli körfezler dahil olmak üzere pek çok manzaraya tanık olabilirsiniz.
Victoria & Alfred (V&A) Waterfront
Manzarasıyla, müzeleri, tarihi binaları, lüks otelleri, gece hayatı ve çeşitli alışveriş olanakları ile Güney Afrika’nın en çok turist çeken bölgesi olan Victoria & Alfred Waterfront, Robben Island ve Table Mountain arasında bulunmaktadır.
V&A Waterfront’ta ilgi çekici destinasyonlardan biri, Two Ocean’s Aquarium’dur. Bu dev akvaryumda Hint ve Atlantik okyanuslarında bulunan su altı yaşam sergilenmektedir. Burada göreceğiniz köpek balıkları, foklar ve penguenler nefesinizi kesebilir. Eğer dalış ehliyetiniz var ise I&J Predator Exhibit (Yırtıcı Sergisi)’te köpek balıklarının arasına dalabilirsiniz.
Victoria & Alfred Waterfront liman bölgesi üç bölümden oluşur: Victoria, Alfred Waterfront ve Visitors Center. Burada yapacağınız gezintiler ile bölgenin tarihini keşfedebilirsiniz. Visitors Center aynı zamanda bölgedeki etkinlikler hakkında bilgi edinebileceğiniz hareketli bir alandır. Burada rehberli tekne turlarını araştırabilir ve bölgeyi bir de tekne ile keşfetme ayrıcalığına erişebilirsiniz.
Robben Island
Tarihte pek çok politik çalkantılara sahne olmuş Robben Island, bu çalkantılı dönemde insanların adadaki hapishane ve hastane hücrelerinde çektiği acıları temsil etmektedir.
Tarih boyunca iktidara gelmiş siyasilerin, kendilerine ters düşmüş kimseleri barındırdığı ve Nelson Mandela’nın on yıllar boyunca hapsedildiği Robben Island, ziyaretçilere her bir köşesinde farklı hikâyeler anlatmaktadır. Buraya geldiğinizde içiniz burkulsa da Güney Afrikalılar için Robben Island geçmişin bir simgesi ve geleceğin umut ışığıdır.
Dünya Mirası Alanı olan Robben Island’a V&A Waterfront’tan kalkmakta olan feribotlarla ulaşabilirsiniz. Yalnızca bu feribotla adaya ulaşan ziyaretçilerin adaya giriş hakları bulunmaktadır. Diğer tekne gezileri sadece adanın etrafında dolaşabilmektedir.
Güney Banliyöleri
Cape Town’ın güney banliyöleri; lüks mahalle, otel, restoran ve eğlence merkezlerinin bir araya geldiği gösterişli bir kesimdir.
17. yüzyıl civarında Cape Town’da valilik görevini üstlenmiş olan Simon Van der Stel’in Güney banliyölerine yerleşmesiyle şehrin en ünlü ve zengin kesimlerinden biri haline gelen Constantina’da, Felemenklerden gelen lüks mimari anlayışını keşfedebilirsiniz. Buradaki en ihtişamlı mimari eserlerden biri Van der Stel’in malikânesi olan Groot Constantina’dır.
Bölgede görebileceğiniz yerlerden biri 528 hektarlık alanı ve 7000 yerli ve yabani bitki çeşidi ile size mis gibi kokularla karışmış bir renk şöleni yaşatacak olan Kirstenbosch National Botanical Gardens’tır.
Banliyölerden ulaşabileceğiniz Devil’s Peak’in yamaçlarında ise Güney Afrika 19. yüzyıl başbakanı Cecil Rhodes’a atfen yaptırılan Rhodes Memorial, Yunan tapınağı tarzında yapılmış önemli bir eserdir.
Cape Point (Ümit Burnu)
Cape Point, Atlantik ve Hint Okyanusları’nın birbirleri ile buluştukları Cape of Good Hope Nature Reserve (Ümit Burnu Doğa Koruma Bölgesi) dahilinde yer almaktadır. 8.094 hektarlık alanda yerel bitki örtüsü ve deve kuşları, Afrika antilobu ve Habeş maymunu gibi hayvanların bulunduğu yabani hayat ile Cape of Good Hope Nature Reserve, pek çok turisti bünyesine çekmeyi başarmaktadır. Cape Burnu’nda ise Visitors Center adı verilen bölge ile Cape Light’ı birbirine bağlayan kablolu demir yolu, ziyaretçileri Cape Burnu’nun muhteşem manzaraları ile baş başa bırakmaktadır.
Buraya giderken Beach Road üzerinde bulunan Güney Afrika’nın en eski deniz feneri Mouille Point Lighthouse size selam verecektir. Daha sonra devam edeceğiniz Victori Road üzerinde ise Cape Town milyonerlerinin lüks malikaneleri ile karşılaşırsınız.
Deniz kuşlarını ve fokları yakından görmek isterseniz Duiker Island’a düzenlenen tekne gezilerinden birine katılın. Siyah beyaz gözlüklü penguenleri görmek için ise Boulders Beach’e gitmeniz gerekmektedir.
Cape Town’a Ne Zaman Gidilir?
Aslında hava sıcaklığını göz önünde bulunduracak olursanız yılın çoğu ayı Cape Town’u ziyaret etmek için uygun gibi görünse de şehirde ne yapmak, nasıl vakit geçirmek istediğinize göre bir planlama yapmak daha mantıklı olacaktır. Eğer gezmeye, keşfetmeye elverişli bir hava isterseniz Mart – Nisan, Eylül – Ekim dönemleri çok uygun olacaktır. Ancak yaz keyfi yaşamak istiyorsanız Aralık, Ocak, Şubat dönemi size daha çok hitap edebilir.